17 Ekim 2014 Cuma

GERÇEK ATATÜRKÇÜLÜK

ATATÜRK HAKKINDA YENİ TANIMLAMA
Atatürk'ün ölümünden sonra icat edilen ve gerçekte M.Kemal Atatürk'ün kendi anlayışı ile tam zıt bir anlayış 70 küsur yıldır halen nasıl devam ettiriliyor? Halbuki Atatürk ne demiştir. Kullanılan Türkçe ile ''Beni görmek mutlaka beni görmek değildir. Benim düşüncelerimi anlıyorsunuz bu yeterlidir''. Atatürk'ü anlamak için güdümlü tarih kitaplarını okuyarak bir yargıya varmak kesinlikle mümkün değildir. Ancak onun hakkında olumlu ve olumsuz olarak yazılan değişik kitaplardan,hatıralardan, kendi anlayışımıza göre bir yargıya varabiliriz.Eğer temel motifi yakalayamazsak elbette değişik amaçlarla ve kişisel değerlerle yazılan bu yazılardan etkilenerek bu doğrultuda bir taraftan etkileniriz. Esas etkilendiğimiz şey ise bizi geçmişte bırakma politikasıdır. Yani gelecekle ilişkimizin kesilmesi ! Mevcut anlayış çerçevesinde toplumumuz dinsel ve etnik yapı ile birlikte birde,Atatürkçü olanlar-olmayanlar olarak büyük bir zıtlaşma içine sokulmuştur. Aşağıda açıkladığım şekilde bakıldığında her iki kesiminde nasıl yanıldıklarını ve önemli bir Kavram olan Atatürkçülükte nasıl birleşebileceklerini göreceklerini inanıyorum. Öncelikle 2006 tarihinde yazdığım başta partiler olmak üzere bazı kişi ve kurumlara gönderdiğim ve bu kurgulanmış oligarşik yapıdan herhangi bir cevap almadığım bir yazımdan alıntı yapayım.

ATATÜRKÇÜLÜK
Geçmişte yaşayan toplumların bir çoğunda ataya tapınma kültürü vardır.Bu kültür, bilincin gelişmesine paralel olarak saygı kavramı şeklinde bugün de devam etmektedir. Toplumsal bilince sahip olan toplumlarda olması gereken bu kavram, bize varlığımızın geçmişin emeğinden kaynaklandığının bilincine de sahip olmamızı sağlar.Tıpkı aile kavramındaki anne-baba gibi.Peki bu saygıyı duymamızı gerektirecek emek nedir? Zaman-mekan-bilinç(ZMB) kapsamında yağma ekonomisi sebebiyle başlayan oluşumla birlikte karşılıklı olarak bir çok insan bu yolda can vermiştir.Yurt bilincinin gelişimiyle bireyler (atalar) bilim,sanat,sosyal alanda emeklerini ve en önemlisi canlarını maddi ve manevi çıkarları olmaksızın toplum için feda etmişlerdir.Evet karşılıksız olarak topluma emeklerini veren bu insanlar saygı duyulması ve minnettar olunması gereken gerçek atalardır. Yakın
tarihimizdeki,Birinci Dünya savaşı, Çanakkale savaşı ve Kurtuluş savaşı buna ait belirgin örneklerdir. Gidenin türküsü olarak benimsediğim Çanakkale türküsündeki asker nasıl sesleniyor... Ana ben gidiyom düşmana karşı gençliğim eyvah !! Kimimiz evli kimimiz nişanlı...Korkmuştur muhakkak gencecik bu insanların bir çoğu.Kim ölmek ister ki ? Sorumlulukları varsa eğer.. Geride bıraktığı kimin bakacağının garantisi olmayan bir eş, yaşlı bir anne,baba.Ya yaşamın gerçek gücü olan ve bizi yaşama bağlayan hayalleri... Belki köyün,mahallenin en güzel
kızıyla evlilik, sağlıklı güzel çocuklar, mutlu bir yaşam... Hayali cihana değer ! Burası Yemendir giden gelmiyor acep nedendir.. diye başlayan türkü ise yoksulluğu,yoksunluğu, umutsuzluğu yaşayanların yani geride kalanların
türküsüdür.Eski yazıtlarımızdan bir alıntı yaparsak; ‘’Kanın su gibi aktı yürüdü kemiklerin dağ gibi yığıldı’’ Diyerek Türk Budunu na hitap eden hakanın söylevinden, daha çok acılara dayanan bu DUYGU DAĞININ ne kadar eskilere dayandığını görürüz.İnsanlık tarihinin başladığı zamandan itibaren verilen milyonlarca candan sonra elimizde kalan bu topraklardır.Bu topraklar için ölenlere elbette bildiğimiz amaçlar belirtilmiştir.Onlar da,inanarak ve karşılığını almadan canlarını feda etmişlerdir.O halde bu toprakların gerçek sahibi de onlardır. Geride kalanlar ancak onların mirasçısı olabilir. Fakat her miras bir vasiyete tabidir.Vasiyet onları ölüme gönderirken söylenenlerdir. Bağımsız olmak, toprağına sahip çıkmak. Sonuç olarak benim, ATATÜRKÇÜLÜK’TEN birinci öncelikle anladığım tarihsel emeğe sahip çıkmak ve saygı duymaktır.Karşılıksız olarak topluma emek verebilmektir. Bunu anlayabilmek için bilgi ve bilincin yanında vicdan sahibi olmak gerektirir.O halde tarih boyunca oluşan bu duygu dağında benim atalarımın da emeği var diyenler mirasın sahipleridir. Vasiyete uymak koşuluyla.Bu Atatürkçü anlayışım doğrultusunda hakim anlayışa getirmek istediğim eleştiri şudur:Tüm tarihsel emek, adeta M.K.Atatürk’ün kişiliğinde özdeşleştirilmiştir.Hatta o kadar ileri gidilmiştir ki heykellere gösterilen
saygının Atatürkçülüğün bir göstergesi olduğu kabul edilir olmuştur .Bu bizim toplumsal birliğimiz için tehlikeli oluşumlara sebep olabilir.Çünkü gelişmemiş  bir ekonomik yapı sebebiyle biz birliğimizi ancak tarihe dayandırmak zorundayız. Etnik, dinsel ve politik olarak M.K. Atatürk’e olan karşıtlıklar bilinen şeylerdir.Aynı zamanda belli amacı olan,azınlığın amacı olmayan pasif çoğunluğa baskın olacağını da biliyoruz.O halde mevcut anlayışın tersini yaparak, M.K.Atatürk’ü tarihimizle özdeşleştirelim. Felsefesiyle,pratiğiyle tarihimizdeki önemi tartışılmaz olan M.K.Atatürk’ün yeri,binlerce yıl süresince oluşan DUYGU DAĞININ zirvesidir(dağsız zirve,zirvesiz dağ olmaz).Bunda amaç tarihin basit ve anlaşılır olmasını sağlamaktır. Aynı zamanda emperyalizmin aldatmacasına
kananların kendi tarihiyle ilişkili kılınmasıdır. Tabiidir ki,bu anlayışı öğretide olduğu kadar,görsel olarak Anıtkabir’de de yansıtmak gerekir. Başta isimsiz kahramanlar olmak üzere Türk tarihinin mitolojisi ve bu uzun
yolculuktaki zorluklar,ıstıraplar sanatsal olarak Anıtkabir’de vücut bulmalıdır. Belki yapılabilirse eğer, güzel bir oratoryo ile evrene ses olarak da aksettirilmeli dir.
  Şimdi bilhassa askerlik yapanlar, asker anaları, zannederim,siyasal ve dinsel ayrılıklar doğrultusunda empoze edilen anlayış dışına çıkarak Atatürkçülüğü daha iyi değerlendireceklerdir. Mustafa Kemalin etkin olması sonucunda ne değişmiştir. Elbette Osmanlı devleti sona erdirilmiş ve cumhuriyet idaresinde bir devlet kurulmuştur. İşte bizi ayrıştırmak isteyenlerin devamlı işlediği ve bizimde uyduğumuz kırılma noktası burasıdır. Bir kesim cumhuriyetten öncesini yok sayıyor bir kesim ise cumhuriyet sonrasını yok sayıyor. Peki biz burada Türkiye de nasıl var olduk? Andığımız Çanakkale savaşları ve yedi cephe olarak bahsettiğimiz savaşlarda dökülen kanlar kimlerindir? Hangi amaçla dökülmüştür? Cumhuriyet öncesini yok sayanlar bunları göz önüne, samimi duygularla göz önüne alıyorlar mı ? Ya Cumhuriyeti ve sonrasını yok sayanlar!! Osmanlıyı ve Türk nüfusu yok etmeyi kafalarına koymuş, Dünya güçleri karşısında her türlü şekilde Dünyanın gerisinde kalmış, kan Emeklerini dikkate almayanların etkin olduğu bir süreçte, Osmanlının yaşaması mümkün müydü? Ya da Türklüğü yok etmeyi kafasına koymuş olan, birbirlerine düşman olarak savaşırken Hristiyan bir anlayış ile işbirliği yaparak,ordumuzu idare eden Alman komutanları ile mi Osmanlı devam edecekti.
    Yukarıda alıntı yaptığım yazıda, ATATÜRKÇÜLÜĞÜ , M.Kemali de katarak  herkesin kabul edebileceği bir şekilde tanımlama yaptığımı zannediyorum. Geride Türkçülük anlamında birleşmek kalıyor.
      Bu konu hakkında halen Google içinde bir bloğum halen mevcuttur. F.Cem Alper- Son Türk veya Göktürkizm yazarsanız buradaki fikirlerime de erişebilirsiniz.
                                                                                                                                       
                                                                                                                                    F.CEM      ALPER

                                                                                            2. BÖLÜM

ATATÜRKÇÜLÜK HAKKINDA YENİ TANIMLAMANIN DEVAMI
Önceden yazdığım bir yazıdan alıntı yaparak açıklamaya çalıştığım yazıya devam ederek,kendi anlayışımı  tam olarak ortaya koyayım. Zannederim o zaman dinci,solcu Atatürkçü ayrımı ortadan kalkacaktır. Çünkü Atatürkçü olmak bilinçliliğin bir gereğidir. Bu sebeple milleti ne olursa olsun tüm insanlar  için Atatürkçü olmak bir ahlaki bir zorunluluktur. O halde kelimelerin sözlük anlamlarından yola çıkalım. Ata, zaten kullandığımız  Türkçe bir kelime olup, baba ve cetlerimiz için kullandığımız bir ifadedir. Biyolojik var oluşumuzun anne ve babalarımızın sayesinde  olduğu bir gerçektir. Düşünürsek,  fiziki emeklerin yanında duygusal emekler de vardır. Bu emeklerin var olduğunu ancak çoluk çocuk sahibi  olduktan sonra anlamaya başlarız. Demek ki Ata kelimesini kullandığımız da aynı zamanda emek eşdeğerliliği içinde anlamamız gerekiyor. Türk kelimesi anlamını ise(bkz) GÖKTÜRKİZM yazısında açıklamaya çalıştım. Halen kullanılış itibari ile  güç anlamı içinde zaten kullanılmaktadır.Ayrıca bu şekilde de kabul edebiliriz  anlayışı ile birlikte GÜÇ anlamı içinde kullanılmasını kesinleştirebiliriz. Kelimeleri gerçek anlamları ve manaları  ile aynı şekilde anlarsak birlikteliğimizi daha çabuk sağlar ve çatışmalardan uzak durabiliriz. O halde yaratılışa tekrar dönelim ve emek kavramını ortak bir anlayış içinde anlamaya çalışalım. Yaratılış derken elbette üremeden bahsediyoruz . Üremede erkek ve dişinin rolü vardır. Erkeğin rolü görünür(fiziki) olarak belirgin değildir. Dişi de ise belirgin fizik değişiklikleri yanında,duygusal olarak ta verilen emekler sonucunda, doğumlar meydana gelir.  Doğumdan sonra ,büyüme evresinde , fiziksel ve duygusal emekler, dişiler tarafından sağlanır. Erkeğin rolü ise aile bütünlüğünün korunması yönündedir. Bu genellikle gelişmiş ve dominant memelilerde de genel bir prensiptir. Genellikle hayvanlar aleminde  sıfatlar yönünden aslanlarla ilgili olarak benzetme yaparız. Bu aslında doğrudur. Çünkü kedigiller içinde insanlara benzer şekilde  aile topluluğu olarak  sadece aslanlar yaşar. Bak aslanlara ! diyerek   küçümseme anlayışı ile kullandığımız deyişte, belgeselleri izliyorsak eğer çıkarsama yapacağımız bir çok anlam vardır. Topluluk halinde yaşayan aslanların, erkek aslan tarafından kontrol edilen bir bölgesi vardır. Bu bölgeye yeni topluluklar kurmak amacı ile taarruz eden  eden başka erkek aslanlar devamlı devrededir.  Bunların karşılaşması durumunda topluluğun lideri galip gelirse aile topluluğu devam eder. Eğer yabancı erkek aslan galip gelirse ilk yapacağı eylem, kendinden olmayan aslan yavrularını öldürmek olur. Bu vahşice görünse bile Tanrıdan gelendir. Hayvanlar aleminde vahşi olarak gördüğümüz bu doğal olgular Dünya tarihinin geçmişi yanında herhalde çok hafif kalır. Güncel olarak baktığımızda ise  vahşice olaylar günümüzde bizzat yaşanmaktadır.  Aslanlardan bahsetmemin sebebi zaten bu belirli sıfatlarla anılan askerler içindir. Daha doğrusu Mehmetçikler içindir.  Aynı zamanda, toplumsal yapının oluşumu için tanrı vergisi olan bir duygunun erkekler tarafından yerine getirilmesi gereken  bir görev olduğunu açıklamak içindir. Toplumun en küçük birimi olan aile birliği, zaman içinde büyüyerek günümüz için ulus devlet ve daha ileri biçimde  devletler birliğine (AB) doğru evrimleşmiştir. Dolayısıyla korunması gereken alanlar büyümüş ve kollektif bir anlayış olarak, erkeklik duygusu , askerlik adı altında kurumsallaşmıştır. Savaş istenilen  bir şey olmamakla birlikte bencillik duygularının topluma hakim olmasının doğal  bir sonucudur. Özetlersek erkeklik gücü kollektif olarak kurumsallaşmış ve  bu gücü yönetenlerin,  gizli amaçları çerçevesinde olsa bile!! bu doğal iç güdüyü öne sürerek, insanları çoğu zaman savaşa sürüklemişlerdir. Dolayısıyla bu dürtü içinde savaşanlar Tanrısal emri yerine getirmişler ve birçokları canlarını vererek toplumsal oluşumu sağlamışlardır. İnsanların gelişen bilinci sayesinde duyguları da gelişmiştir. Minnet duygusu da bunlardan biridir. Toplum için yaşamlarını feda eden ve kendi kültürümüz içinde Mehmetçik kavramı içinde adlandırdığımız bu insanlar benim için Atatürktür. Ve minnet duyulması gerekenlerdir. Şimdi yeni bir tanımlama yaparak Atatürkçülük kavramını netleştirelim. Kimdir bu Mehmetçikleri doğuran, büyüten ? Bir anda yok oldukların da ardından ağıt yakan ve acılarını en güçlü şekilde hayatları boyunca yaşayan? Elbette analardır. Onun için ortaya yeni bir kavram koyuyorum. ANATÜRK. Her ölen bir Mehmetçikle birlikte birde ANATÜRK vardır.  Yakın tarih olarak Çanakkale,Kurtuluş ,Kıbrıs savaşı ve halen içinde yaşadığımız ucu kesinlikle dışarıya bağlı  ve Kürt çıkarıyla ilgisi olmayan PKK ile verilen savaş. Bu savaşlar da birçok insanımız ölmüştür. Bu ölenlerin aileleri arasında, şimdi politize edilmiş olarak birbirimize düşmanlığa, çekişmeye varan her kesimden insan vardır.Sağcı, solcu.Kürtler dahil çeşitli etnik  ve mezhep mensubu topluluklara ait insanlar vardır. Yine belirtilen bu topluluklara ait insanlar, yemin ederek şu an ATATÜRK adayı olarak askerlik yapmaktadırlar. Yani her ailenin direkt olarak Atatürkçülükle ilgisi vardır.
   Geçmişten gelen, ustaca yapılmış bir toplum mühendisliği kurgusu içindeyiz. Önce dışarıdan kurgulanan ılımlı Müslümanlık amacı ile gerekli organizasyon yapılmış ve başarılı olmuştur. Arkadan, 12 Eylül darbesi ile birleştirici unsur gibi öne sürülen ve tüm geçmiş emekleri M.K.Atatürk'ün kişiliğinde birleştirme  ve putlaştırma işlemi ile halkın ayrıştırılması işlemi başarılı olmuştur. Tuzak olduğu açık olan bu operasyonlara karşı yapılacak işlem, yukarıda açıklamaya çalıştığım kavramların kabul edilmesi ve bunların ANIT KABİR de yansıtılmasıdır. Anıt Kabir, o zaman gerçek ve herkesin kabul edeceği ve birleştirici bir yer olacaktır.Yukarıdaki açıklamalarım ve öne sürdüğüm kavramlar  çerçevesinde güncel bir örnek önümüzde durmaktadır. Irak ve Suriye de değişik etnik ve inanç topluluklarına karşı,  insanlık dışı davranışlara şahit oluyoruz. Bunlardan en çok öne çıkan Ezidilerin (yezidiler) inançları gerçekçi bir şekilde  incelendiğinde öne çıkan şudur. Bu topluluklar inançları sebebi ile kendilerini büyük toplumdan soyutlamışlardır. Askerlikle ilişkileri olmadığı gibi askerlikten kaçınmak için kendilerine dini kural koymuşlardır. Medyaya yansıyan haberlere göre kızlarının kaçırıldığı ve gençlerin öldürüldüğünü öne sürmektedirler. Elbette bunlar tasvip edilecek şeyler olmasa da Tanrıdan gelen  duygulara uymamanın getirdiği sonuçlardır. Sonuç olarak Atatürkçülük sadece geçmiş emeğe sahip çıkmak değildir. Hem kendi toplumuna  hem dünya toplumlarına yapıcı emek verme anlayışıdır. Her ne kadar Kan emeğine sahip çıkalım diyorsam da!  Savaştığımız,savaşacağımız insanlar da benim Atatürkçü kavramım içindedir.Yani dinler açısından baktığımızda halife olarak yaratılan ve kutsanmış ve bilinçlilik amacıyla var olan İnsan(insanlık)
  Ama bunları başarmak için de bir güçbirliğine ihtiyaç vardır. Gerçek ise bencilliğimizin halen baskın olduğudur.İnsan, insanlık anlayışının temsilcisi değildir. sadece bir parçasıdır.
 
                                                                                                                              F. CEM ALPER