ATATÜRK HAKKINDA YENİ TANIMLAMA
Atatürk'ün ölümünden sonra icat edilen ve gerçekte M.Kemal
Atatürk'ün kendi anlayışı ile tam zıt bir anlayış 70 küsur yıldır halen nasıl
devam ettiriliyor? Halbuki Atatürk ne demiştir. Kullanılan Türkçe ile ''Beni
görmek mutlaka beni görmek değildir. Benim düşüncelerimi anlıyorsunuz bu
yeterlidir''. Atatürk'ü anlamak için güdümlü tarih kitaplarını okuyarak bir
yargıya varmak kesinlikle mümkün değildir. Ancak onun hakkında olumlu ve
olumsuz olarak yazılan değişik kitaplardan,hatıralardan, kendi anlayışımıza
göre bir yargıya varabiliriz.Eğer temel motifi yakalayamazsak elbette değişik
amaçlarla ve kişisel değerlerle yazılan bu yazılardan etkilenerek bu doğrultuda
bir taraftan etkileniriz. Esas etkilendiğimiz şey ise bizi geçmişte bırakma
politikasıdır. Yani gelecekle ilişkimizin kesilmesi ! Mevcut anlayış
çerçevesinde toplumumuz dinsel ve etnik yapı ile birlikte birde,Atatürkçü
olanlar-olmayanlar olarak büyük bir zıtlaşma içine sokulmuştur. Aşağıda
açıkladığım şekilde bakıldığında her iki kesiminde nasıl yanıldıklarını ve
önemli bir Kavram olan Atatürkçülükte nasıl birleşebileceklerini göreceklerini
inanıyorum. Öncelikle 2006 tarihinde yazdığım başta partiler olmak üzere bazı
kişi ve kurumlara gönderdiğim ve bu kurgulanmış oligarşik yapıdan herhangi bir
cevap almadığım bir yazımdan alıntı yapayım.
ATATÜRKÇÜLÜK
Geçmişte yaşayan toplumların bir çoğunda ataya tapınma
kültürü vardır.Bu kültür, bilincin gelişmesine paralel olarak saygı kavramı
şeklinde bugün de devam etmektedir. Toplumsal bilince sahip olan toplumlarda
olması gereken bu kavram, bize varlığımızın geçmişin emeğinden kaynaklandığının
bilincine de sahip olmamızı sağlar.Tıpkı aile kavramındaki anne-baba gibi.Peki
bu saygıyı duymamızı gerektirecek emek nedir? Zaman-mekan-bilinç(ZMB)
kapsamında yağma ekonomisi sebebiyle başlayan oluşumla birlikte karşılıklı
olarak bir çok insan bu yolda can vermiştir.Yurt bilincinin gelişimiyle
bireyler (atalar) bilim,sanat,sosyal alanda emeklerini ve en önemlisi canlarını
maddi ve manevi çıkarları olmaksızın toplum için feda etmişlerdir.Evet
karşılıksız olarak topluma emeklerini veren bu insanlar saygı duyulması ve
minnettar olunması gereken gerçek atalardır. Yakın
tarihimizdeki,Birinci Dünya savaşı, Çanakkale savaşı ve
Kurtuluş savaşı buna ait belirgin örneklerdir. Gidenin türküsü olarak
benimsediğim Çanakkale türküsündeki asker nasıl sesleniyor... Ana ben gidiyom
düşmana karşı gençliğim eyvah !! Kimimiz evli kimimiz nişanlı...Korkmuştur
muhakkak gencecik bu insanların bir çoğu.Kim ölmek ister ki ? Sorumlulukları
varsa eğer.. Geride bıraktığı kimin bakacağının garantisi olmayan bir eş, yaşlı
bir anne,baba.Ya yaşamın gerçek gücü olan ve bizi yaşama bağlayan hayalleri...
Belki köyün,mahallenin en güzel
kızıyla evlilik, sağlıklı güzel çocuklar, mutlu bir yaşam...
Hayali cihana değer ! Burası Yemendir giden gelmiyor acep nedendir.. diye
başlayan türkü ise yoksulluğu,yoksunluğu, umutsuzluğu yaşayanların yani geride
kalanların
türküsüdür.Eski yazıtlarımızdan bir alıntı yaparsak; ‘’Kanın
su gibi aktı yürüdü kemiklerin dağ gibi yığıldı’’ Diyerek Türk Budunu na hitap
eden hakanın söylevinden, daha çok acılara dayanan bu DUYGU DAĞININ ne kadar
eskilere dayandığını görürüz.İnsanlık tarihinin başladığı zamandan itibaren
verilen milyonlarca candan sonra elimizde kalan bu topraklardır.Bu topraklar
için ölenlere elbette bildiğimiz amaçlar belirtilmiştir.Onlar da,inanarak ve
karşılığını almadan canlarını feda etmişlerdir.O halde bu toprakların gerçek
sahibi de onlardır. Geride kalanlar ancak onların mirasçısı olabilir. Fakat her
miras bir vasiyete tabidir.Vasiyet onları ölüme gönderirken söylenenlerdir.
Bağımsız olmak, toprağına sahip çıkmak. Sonuç olarak benim, ATATÜRKÇÜLÜK’TEN
birinci öncelikle anladığım tarihsel emeğe sahip çıkmak ve saygı duymaktır.Karşılıksız
olarak topluma emek verebilmektir. Bunu anlayabilmek için bilgi ve bilincin
yanında vicdan sahibi olmak gerektirir.O halde tarih boyunca oluşan bu duygu
dağında benim atalarımın da emeği var diyenler mirasın sahipleridir. Vasiyete
uymak koşuluyla.Bu Atatürkçü anlayışım doğrultusunda hakim anlayışa getirmek
istediğim eleştiri şudur:Tüm tarihsel emek, adeta M.K.Atatürk’ün kişiliğinde
özdeşleştirilmiştir.Hatta o kadar ileri gidilmiştir ki heykellere gösterilen
saygının Atatürkçülüğün bir göstergesi olduğu kabul edilir
olmuştur .Bu bizim toplumsal birliğimiz için tehlikeli oluşumlara sebep
olabilir.Çünkü gelişmemiş bir ekonomik
yapı sebebiyle biz birliğimizi ancak tarihe dayandırmak zorundayız. Etnik,
dinsel ve politik olarak M.K. Atatürk’e olan karşıtlıklar bilinen
şeylerdir.Aynı zamanda belli amacı olan,azınlığın amacı olmayan pasif çoğunluğa
baskın olacağını da biliyoruz.O halde mevcut anlayışın tersini yaparak,
M.K.Atatürk’ü tarihimizle özdeşleştirelim. Felsefesiyle,pratiğiyle
tarihimizdeki önemi tartışılmaz olan M.K.Atatürk’ün yeri,binlerce yıl süresince
oluşan DUYGU DAĞININ zirvesidir(dağsız zirve,zirvesiz dağ olmaz).Bunda amaç
tarihin basit ve anlaşılır olmasını sağlamaktır. Aynı zamanda emperyalizmin
aldatmacasına
kananların kendi tarihiyle ilişkili kılınmasıdır. Tabiidir
ki,bu anlayışı öğretide olduğu kadar,görsel olarak Anıtkabir’de de yansıtmak
gerekir. Başta isimsiz kahramanlar olmak üzere Türk tarihinin mitolojisi ve bu
uzun
yolculuktaki zorluklar,ıstıraplar sanatsal olarak
Anıtkabir’de vücut bulmalıdır. Belki yapılabilirse eğer, güzel bir oratoryo ile
evrene ses olarak da aksettirilmeli dir.
Şimdi bilhassa
askerlik yapanlar, asker anaları, zannederim,siyasal ve dinsel ayrılıklar
doğrultusunda empoze edilen anlayış dışına çıkarak Atatürkçülüğü daha iyi
değerlendireceklerdir. Mustafa Kemalin etkin olması sonucunda ne değişmiştir.
Elbette Osmanlı devleti sona erdirilmiş ve cumhuriyet idaresinde bir devlet
kurulmuştur. İşte bizi ayrıştırmak isteyenlerin devamlı işlediği ve bizimde
uyduğumuz kırılma noktası burasıdır. Bir kesim cumhuriyetten öncesini yok
sayıyor bir kesim ise cumhuriyet sonrasını yok sayıyor. Peki biz burada Türkiye
de nasıl var olduk? Andığımız Çanakkale savaşları ve yedi cephe olarak
bahsettiğimiz savaşlarda dökülen kanlar kimlerindir? Hangi amaçla dökülmüştür?
Cumhuriyet öncesini yok sayanlar bunları göz önüne, samimi duygularla göz önüne
alıyorlar mı ? Ya Cumhuriyeti ve sonrasını yok sayanlar!! Osmanlıyı ve Türk
nüfusu yok etmeyi kafalarına koymuş, Dünya güçleri karşısında her türlü şekilde
Dünyanın gerisinde kalmış, kan Emeklerini dikkate almayanların etkin olduğu bir
süreçte, Osmanlının yaşaması mümkün müydü? Ya da Türklüğü yok etmeyi kafasına
koymuş olan, birbirlerine düşman olarak savaşırken Hristiyan bir anlayış ile
işbirliği yaparak,ordumuzu idare eden Alman komutanları ile mi Osmanlı devam
edecekti.
Yukarıda alıntı
yaptığım yazıda, ATATÜRKÇÜLÜĞÜ , M.Kemali de katarak herkesin kabul edebileceği bir şekilde
tanımlama yaptığımı zannediyorum. Geride Türkçülük anlamında birleşmek kalıyor.
Bu konu hakkında
halen Google içinde bir bloğum halen mevcuttur. F.Cem Alper- Son Türk veya
Göktürkizm yazarsanız buradaki fikirlerime de erişebilirsiniz.
F.CEM
ALPER
2. BÖLÜM
ATATÜRKÇÜLÜK HAKKINDA YENİ TANIMLAMANIN DEVAMI
Önceden yazdığım bir yazıdan alıntı yaparak açıklamaya
çalıştığım yazıya devam ederek,kendi anlayışımı tam olarak ortaya koyayım. Zannederim o zaman
dinci,solcu Atatürkçü ayrımı ortadan kalkacaktır. Çünkü Atatürkçü olmak
bilinçliliğin bir gereğidir. Bu sebeple milleti ne olursa olsun tüm insanlar için Atatürkçü olmak bir ahlaki bir
zorunluluktur. O halde kelimelerin sözlük anlamlarından yola çıkalım. Ata,
zaten kullandığımız Türkçe bir kelime
olup, baba ve cetlerimiz için kullandığımız bir ifadedir. Biyolojik var
oluşumuzun anne ve babalarımızın sayesinde
olduğu bir gerçektir. Düşünürsek, fiziki emeklerin yanında duygusal emekler de
vardır. Bu emeklerin var olduğunu ancak çoluk çocuk sahibi olduktan sonra anlamaya başlarız. Demek ki Ata
kelimesini kullandığımız da aynı zamanda emek eşdeğerliliği içinde anlamamız
gerekiyor. Türk kelimesi anlamını ise(bkz) GÖKTÜRKİZM yazısında açıklamaya
çalıştım. Halen kullanılış itibari ile
güç anlamı içinde zaten kullanılmaktadır.Ayrıca bu şekilde de kabul
edebiliriz anlayışı ile birlikte GÜÇ
anlamı içinde kullanılmasını kesinleştirebiliriz. Kelimeleri gerçek anlamları
ve manaları ile aynı şekilde anlarsak
birlikteliğimizi daha çabuk sağlar ve çatışmalardan uzak durabiliriz. O halde
yaratılışa tekrar dönelim ve emek kavramını ortak bir anlayış içinde anlamaya
çalışalım. Yaratılış derken elbette üremeden bahsediyoruz . Üremede erkek ve
dişinin rolü vardır. Erkeğin rolü görünür(fiziki) olarak belirgin değildir.
Dişi de ise belirgin fizik değişiklikleri yanında,duygusal olarak ta verilen
emekler sonucunda, doğumlar meydana gelir.
Doğumdan sonra ,büyüme evresinde , fiziksel ve duygusal emekler, dişiler
tarafından sağlanır. Erkeğin rolü ise aile bütünlüğünün korunması yönündedir.
Bu genellikle gelişmiş ve dominant memelilerde de genel bir prensiptir.
Genellikle hayvanlar aleminde sıfatlar
yönünden aslanlarla ilgili olarak benzetme yaparız. Bu aslında doğrudur. Çünkü
kedigiller içinde insanlara benzer şekilde
aile topluluğu olarak sadece
aslanlar yaşar. Bak aslanlara ! diyerek
küçümseme anlayışı ile kullandığımız deyişte, belgeselleri izliyorsak
eğer çıkarsama yapacağımız bir çok anlam vardır. Topluluk halinde yaşayan
aslanların, erkek aslan tarafından kontrol edilen bir bölgesi vardır. Bu
bölgeye yeni topluluklar kurmak amacı ile taarruz eden eden başka erkek aslanlar devamlı devrededir. Bunların karşılaşması durumunda topluluğun
lideri galip gelirse aile topluluğu devam eder. Eğer yabancı erkek aslan galip
gelirse ilk yapacağı eylem, kendinden olmayan aslan yavrularını öldürmek olur.
Bu vahşice görünse bile Tanrıdan gelendir. Hayvanlar aleminde vahşi olarak
gördüğümüz bu doğal olgular Dünya tarihinin geçmişi yanında herhalde çok hafif
kalır. Güncel olarak baktığımızda ise
vahşice olaylar günümüzde bizzat yaşanmaktadır. Aslanlardan bahsetmemin sebebi zaten bu
belirli sıfatlarla anılan askerler içindir. Daha doğrusu Mehmetçikler
içindir. Aynı zamanda, toplumsal yapının
oluşumu için tanrı vergisi olan bir duygunun erkekler tarafından yerine
getirilmesi gereken bir görev olduğunu
açıklamak içindir. Toplumun en küçük birimi olan aile birliği, zaman içinde
büyüyerek günümüz için ulus devlet ve daha ileri biçimde devletler birliğine (AB) doğru
evrimleşmiştir. Dolayısıyla korunması gereken alanlar büyümüş ve kollektif bir
anlayış olarak, erkeklik duygusu , askerlik adı altında kurumsallaşmıştır.
Savaş istenilen bir şey olmamakla
birlikte bencillik duygularının topluma hakim olmasının doğal bir sonucudur. Özetlersek erkeklik gücü
kollektif olarak kurumsallaşmış ve bu
gücü yönetenlerin, gizli amaçları
çerçevesinde olsa bile!! bu doğal iç güdüyü öne sürerek, insanları çoğu zaman
savaşa sürüklemişlerdir. Dolayısıyla bu dürtü içinde savaşanlar Tanrısal emri
yerine getirmişler ve birçokları canlarını vererek toplumsal oluşumu
sağlamışlardır. İnsanların gelişen bilinci sayesinde duyguları da gelişmiştir. Minnet
duygusu da bunlardan biridir. Toplum için yaşamlarını feda eden ve kendi
kültürümüz içinde Mehmetçik kavramı içinde adlandırdığımız bu insanlar benim
için Atatürktür. Ve minnet duyulması gerekenlerdir. Şimdi yeni bir tanımlama
yaparak Atatürkçülük kavramını netleştirelim. Kimdir bu Mehmetçikleri doğuran,
büyüten ? Bir anda yok oldukların da ardından ağıt yakan ve acılarını en güçlü
şekilde hayatları boyunca yaşayan? Elbette analardır. Onun için ortaya yeni bir
kavram koyuyorum. ANATÜRK. Her ölen bir Mehmetçikle birlikte birde ANATÜRK
vardır. Yakın tarih olarak
Çanakkale,Kurtuluş ,Kıbrıs savaşı ve halen içinde yaşadığımız ucu kesinlikle
dışarıya bağlı ve Kürt çıkarıyla ilgisi
olmayan PKK ile verilen savaş. Bu savaşlar da birçok insanımız ölmüştür. Bu
ölenlerin aileleri arasında, şimdi politize edilmiş olarak birbirimize
düşmanlığa, çekişmeye varan her kesimden insan vardır.Sağcı, solcu.Kürtler
dahil çeşitli etnik ve mezhep mensubu
topluluklara ait insanlar vardır. Yine belirtilen bu topluluklara ait insanlar,
yemin ederek şu an ATATÜRK adayı olarak askerlik yapmaktadırlar. Yani her
ailenin direkt olarak Atatürkçülükle ilgisi vardır.
Geçmişten gelen,
ustaca yapılmış bir toplum mühendisliği kurgusu içindeyiz. Önce dışarıdan
kurgulanan ılımlı Müslümanlık amacı ile gerekli organizasyon yapılmış ve
başarılı olmuştur. Arkadan, 12 Eylül darbesi ile birleştirici unsur gibi öne
sürülen ve tüm geçmiş emekleri M.K.Atatürk'ün kişiliğinde birleştirme ve putlaştırma işlemi ile halkın
ayrıştırılması işlemi başarılı olmuştur. Tuzak olduğu açık olan bu
operasyonlara karşı yapılacak işlem, yukarıda açıklamaya çalıştığım kavramların
kabul edilmesi ve bunların ANIT KABİR de yansıtılmasıdır. Anıt Kabir, o zaman
gerçek ve herkesin kabul edeceği ve birleştirici bir yer olacaktır.Yukarıdaki
açıklamalarım ve öne sürdüğüm kavramlar
çerçevesinde güncel bir örnek önümüzde durmaktadır. Irak ve Suriye de
değişik etnik ve inanç topluluklarına karşı,
insanlık dışı davranışlara şahit oluyoruz. Bunlardan en çok öne çıkan
Ezidilerin (yezidiler) inançları gerçekçi bir şekilde incelendiğinde öne çıkan şudur. Bu
topluluklar inançları sebebi ile kendilerini büyük toplumdan soyutlamışlardır.
Askerlikle ilişkileri olmadığı gibi askerlikten kaçınmak için kendilerine dini
kural koymuşlardır. Medyaya yansıyan haberlere göre kızlarının kaçırıldığı ve
gençlerin öldürüldüğünü öne sürmektedirler. Elbette bunlar tasvip edilecek
şeyler olmasa da Tanrıdan gelen
duygulara uymamanın getirdiği sonuçlardır. Sonuç olarak Atatürkçülük
sadece geçmiş emeğe sahip çıkmak değildir. Hem kendi toplumuna hem dünya toplumlarına yapıcı emek verme
anlayışıdır. Her ne kadar Kan emeğine sahip çıkalım diyorsam da! Savaştığımız,savaşacağımız insanlar da benim
Atatürkçü kavramım içindedir.Yani dinler açısından baktığımızda halife olarak
yaratılan ve kutsanmış ve bilinçlilik amacıyla var olan İnsan(insanlık)
Ama bunları başarmak için de bir güçbirliğine
ihtiyaç vardır. Gerçek ise bencilliğimizin halen baskın olduğudur.İnsan,
insanlık anlayışının temsilcisi değildir. sadece bir parçasıdır.
F.
CEM ALPER